Geçenlerde bir arkadaşımla tüketim alışkanlıklarımızın değişmesi üzerine sohbet ederken konu ister istemez gençliğimizde yaşadığımız ekonomik zorluklara geldi.
Öğrencilik hayatı boyunca şetland türü kazak hayali kuran bir genç kızın 20 yıl sonraki eczacı versiyonu duruyordu karşımda.


Hala o renkli kazağı tarif ederken aynı coşku ve hevesle tarif ediyor, bir türlü ona sahip olamadan mezun olduğundan bahsediyordu. Şimdi her rengini ve desenini alabileceği kazakların ona artık mutluluk veremeyeceğinin de hazin bir farkındalığındaydı aynı zamanda.


Eskiden kekimizi pişirir çayımızı demler misafirlerimizi evimizin sıcaklığında ağırlardık dedi.
Birden geçmişe ışınlandım. Öğretmen annem çalıştığı için; misafir ağırlamak için hazırlıkları yapmak bana düşerdi..Okuldan gelir gelmez hızla mutfağa girdiğim; akşam gelecek olan dayımlara, okuldan dönüşte yol üzerinde fırından aldığım ekmek hamurunun üzerine salçalı sos,sucuk ve kaşar ile pizza yaptığım,kek çırptığım, ortalığı silip, toz aldığım günlere.


Şimdi öyle mi şekerim demesiyle şimdiki ana geri geldim. O kafe senin bu kafe benim geziyor, bir demlik fiyatına bir bardak çay içtiğimizi,gelecek olan hesaba odaklanmaktan birbirimizi dinleyemediğimizden dem vuruyordu..


Öyle dedim,boynumu bükerek ikram ettiği kahveden bir yudum içerken. 4 kişilik bir kahvaltı asgari ücretin 10 da 1 i olmuş durumda. Son 20 yılda girdi hayatımıza dışarıda yemek,içmek,avuç dolusu hesap ödemek.



Peki şimdi neden evlerde misafir ağırlamaktan, kahvaltıya çağırmaktan kaçar olduk? Herkesin zamanı ve hayatı pek kıymetli de ondan. Yorulacak,ağırlayacak,bulaşık yıkayacak,çöpüyle uğraşacak.Giden misafirin arkasından temizlik yapacak. Misafir gelmeden yaptığı temizlikten eser kalmayacak.


Peki bizleri bir arada tutan şey neydi? Doğallık ve samimiyet bence. Artık doğal ortamlarımızda misafir ağırlamaktan imtina eder olduk. Evimizi gördüğünde herşeyin ‘mükemmel’ olması ’harika’ görünmesi gerekli oldu.


Harika hayatları empoze eden diziler,sosyal medya,dergiler,popüler kimlikler yüzünden.
Komşulara çat kapı kahveye gittiğimiz,arkasından dedikodusunu yapmayacağımız, gittiğimiz evinin düzenine temizliğine laf söylemeyeceğimiz,anlayış,şefkat ve merhamet dolu dostluklarla bir kahve fincanın keyfine vardığımız anlarla dolduralım hayatımızı.


Gönül ne kahve ister ne kahvehane,gönül sohbet ister kahve bahane!
Evimize davet ettiğimiz kişilerin de bizlerle aynı bakış açısında olduğunu,eşyalara,maddelere,ona buna değil, davet ettiğimiz gönlümüze itibar etmesini sağlayalım.


Gönülden gönüle bir yol vardır,üstad NEŞET ERTAŞ’ın dediği gibi:
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Gönülden gönüle gider yol gizli gizli…


Önemli olan birbirimize zaman ayırmak, o gün seninle paylaştığı konuyu yargısızca dinleyebilmek, içinin dökmesiyle dostumuzun rahatlamasına yardımcı olmaktır.


Gün olur senin de derdinin paylaşmak isteyeceğin,akıl danışacağın dostlara ihtiyacın da olacağı gibi!
Doğallıktan ve samimiyetten vazgeçersek; daha çok hesap öder, ödeyemeyeceğimiz hesaplara giremediğimiz için de yalnız kalırız…