İstanbul’dan Budapeşte’ye olan uçağımız rötarsız tam vaktinde kalkıyor.Çocuklarımla (14-18 yaş) olan ilk yurtdışı yolculuğumuz olacak bu,hepimiz heyecanlıyız. 2 saatlik uçuşun ardından Budapeşte ye varıyoruz. Bavul ve pasaport kontrol işlemlerinden sonra rehberimize ulaşıyoruz.

Girişte gösterdiği bir change office’de biraz döviz bozduruyoruz.

Para birimi bizlere oldukça yabancı.

Günlük hayatta dolar,euro dışında pek çarpmadığız rakamlara bakıyoruz.

1 macar forintisi 0,074 türk lirası.Elimize bir kaç bin forinti sayıyorlar artık o andan itibaren türk lirasına çevirmekte zorlanıyorum,Allah’tan bu sene üniversite sınavına giren oğlum yanımda da hesap kitap işlerine o bakmaya başlıyor.

Forintinin aramızda bölüşülmesi sonrası kapıya yöneliyoruz.

Boğucu bir sıcak karşılıyor bizi.

İlk otelimize gidip şöyle bir dinlenecek olmayı hayal ederken bizi direkt olarak şehir turuna çıkarıyorlar. Evet madem ateşle oynayan yanmayı göze alır, biz de madem bir tura yazıldık kaderimize boyun eğelim diyerek yorgun ve aç bir şekilde başlıyoruz turumuza.

Rehberimiz 16 yıl önce Prag’a yerleşmiş,tarih araştırmacısı(tarihi bilgiler ve olayların hikayelerini anlatırken oldukça faydalı bir özellik:)) Prag Fenerbahçe Derneği kurucusu ve aynı zamanda haber ajansında Türkiye’de yayınlanan Çekya da gelişen tüm haberleri yazan bir gazeteci.

2018 yılında İlber Ortaylı’yı Prag’a getirip organizasyonun ev sahibi olduğu hikayeyi bir de onun ağzından dinlemek oldukça keyifliydi.

Şehir turumuza başlıyoruz.

İlk durağımız Kahramanlar meydanı.Çok sayıda heykel ve anıtları ile dikkatimizi çekiyor. Macar dilinde ‘Hösök Tere’ olarak da bilinen meydanın inşası, ülkenin 1000. yıl dönümü anısına 1896 yılında başlamış ve 1929 yılında tamamlanmış.

Meydanın en dikkat çeken eseri ise Milenyum Anıtı.1894’te Albert Schickedanz tarafından tasarlanmış olan anıt da tıpkı meydandaki birçok yapı gibi 1929 yılına kadar tamamlanamamış. Anıt, 36 metre yüksekliğinde ve tepesinde Başmelek Cebrail heykeli bulunuyor.

Savaş ve barışı, çalışmayı ve refahı, bilgi ve zaferi simgeleyen heykeller, alt sütun sıralarında sergileniyor.

Ardından,otobüsümüze biniyoruz.

Tuna Nehri kıyısındaki parlemento binası görkemli yapısıyla bizleri selamlıyor.

Tuna nehrindeki köprülerin yapım hikayelerini, Habsburg hanedanlığının özelliklerini bir yandan dinlerken bir yandan tarihi binaları inceliyoruz.

17:00 otele varış saatimiz sonrası hemen yemek için kendimizi dışarı atıyoruz, ne de olsa yanımda sürekli yemek yemek isteyen 2 genç delikanlıyla yolculuk yapıyorum. Meydanda az ileride büfe yazısını tanıyıp içeri giriyoruz.Çinli bir kadın ev yapımı tatlı ekşi soslu tavuk ve sebzeli pirinç yemeği ile karşılıyor bizi. Diğer yemekler çoktan tükenmiş.

Koca bir tabak yapıyor bizlere ve karnımıza sabahtan beri birşeylerin gitmesi mutluluğuyla sokaklarda yürümeye başlıyoruz.

Az sonra japon lokantasında sushi ,az ilerde de italyan cafesinde pizza molası veriyoruz.

Karnımız tok sırtımız pek şehir merkezine doğru yürüyoruz.

Macar halkı için sadece eski bir binalardan ibaret sokağı biz sık sık fotoğraf çekilmek,heykelleriyle süslü binaları incelemek için mola vere vere tamamlıyoruz

Az ilerde eski bir at arabasında seyyar kitapçı,arkasında heykellerle süslü bir sinema ve onun arkasında bir avm de buluyoruz kendimizi.

Marketteki farklı şekerleme ve çikolataları da aldıktan sonra kendimizi yorgun ve mutlu bir şekilde dinlenmek üzere otele atıyoruz…