Benim bir abim yok, olsa idi Süleyman abinin yeri farklı olur muydu bilemiyorum. Demem o ki ben onu abim olarak bildim. Bir düşünelim bakalım bir abi insan için ne anlam ifade eder;

Herhalde ağzından çıkacak kelama ve yürüdüğü yola bakar durusun. Benimki de öyle oldu; Onun ısrarcı, fikri takip, yılmayan, biraz da ben bilirim tavrından mıdır nedir, çoğu zaman beni ikna ederdi. Onu tartışmaya girerek ikna etmeniz mümkün olmazdı. Zamana bırakırsanız başlangıçta ütopik, hayalci, imkansız olduğunu düşündüğünüz fikirlerini zamanla anlamlı ve reel bulmaya başlardım. Gündeminde hep devasa fikirler ve projeler oldu. Biraz somutlaştıralım;

PASVAK’ın, Bağbaşı’nda, belediyeden kiralık aşevinin yerini mülk olarak edinmeliyiz dediğinde hiçbirimiz olacağına inanmamıştık. O önce bizi, sonra da zamanın yöneticileri Zeybekci ve Zolan’ı ikna ederek takas yöntemi ile yeşil alanı imarlı olarak vakfımızda kazandırılmasını sağladı.

Aşevinin hemen arkasında tütün deposu olarak kullanılırken milli eğitime geçen arsada bir yurt yapmak istedi, hatta milli eğitime geçen hiçbir varlığın başkasına yar olmayacağını anlayıncaya kadar mimari projesi bile çizildi diyeyim ben size. Bu projenin imkansız olduğu anlaşılınca ortaya çıkan kocaman boşluğa ikinci bir aşevi, daha doğrusu 15 yıllık deneyimle mevcut aşevinin kısıtlılıklarını aşan yeni bir aşevi projesi gündeme geldi;

Şu anda Merkezefendi ilçesinde 9 bin m2 arsa ve 12 bin m2 kapalı alan ile devasa sosyal kültürel tesisin arsasının belediyeden alınmasından, mimari projesine; temelin atılmasından karkasın bitirilmesine ve nihayet bir Ramazan ayında yemek imalatına ve dağıtımına başlanmasına sürekli refakat ve liderlik etti. Gece bu proje ile yattı, gündüz bu proje ile ömrünü geri kalan kısmını harcadı. Beni yanından hiç eksik etmedi. Ee ne de olsa bu kadar sürate bir fren gerekir…

Daha çok hayalleri vardı. Yaşlı bakım evi yapacaktı. Benim yanına bir de yüksekokul yapalım, fizik tedavi, yaşlı bakımı, gastronomi ve servis hizmetleri bölümleri olan fikrime bayılmıştı. Benim rektör olamayışım onun içinde bir ukte olarak kalmıştı. Olsaydım kendi olmuş gibi sevinecekti. Ama onun tabiri ile Akkent’in yanık insanlarından bu kadar oluyordu, coğrafyanın bir kaderi olarak, bizim hep bir şeylerimiz eksik oluyordu, olacaktı.

Arada bir, “ben de abim gibi akciğerden gideceğim nefesim yetmiyor” derdi. Yıllardır aynı sözü tekrarladığı için ciddiye almazdım. İki hafta kadar önce gece uyuyamadım deyince ciddiye almanın vakti geldi diye düşünerek hemen ertesi günü göğüs hastalıklarından Prof. Dr. Sevin Başer’e muayeneye götürdüm. Akciğerin saran dış zarda su toplanmıştı. Bunun nedenleri kalp, enfeksiyon ve kanser olabilir dediğimde, “kalp olmasın” dedi. Yapma asıl kanser olmasın dediğimde, “onun bir çaresi var kalp işi zor” diye üsteledi;

Kalp işinin zorluğunu 12 yıl önce olduğu açık kalp ameliyatı ile çift kapak değişiminden biliyordu. Düzenli ve sürekli ilaç kullanmak istemediği için mekanik kapak yerine biyolojik kapağı tercih etmişti. O zamanlar Prof. Dr. Ahmet Baltalarlı kendisine biyolojik kapağın 10-15 yıllık ömrü olduğunu söylediğinde, “kim yaşayacak o kadar yaşarsak o zaman düşünürüz demişti. Yaşadı ve o gün geldi çattı. Akciğer zarında toplanan sıvının sebebi ömrünü tamamlayan aort kapağının yetmezliği idi. Bu durumu kalp yetmezliği takip edecek ve boğulur gibi nefes nefese bir hayatı olacaktı. Ya da ameliyat olup, bu durumdan kurtulma şansını kullanacaktı. Ameliyat olmaya karar verdik.

Akciğerin zarında biriken sudan bir litre kadar alınınca rahatladı. Sıvının yeniden toplanacağını biliyorduk, ameliyata kadar kendini yormaması gerekiyordu, o hali ile Çal’da planladığımız aşevinin inşaatını görmeye gittik. Dönüşte üniversitenin oralarda dolandık, şöyle uygun bir yerde üniversite öğrencilerine sabahları çorba versek diye bakındık.

Ameliyat oldu, başarılı bir ameliyat sonucu çift kapak değişti. Yoğun bakıma alındı. Ameliyat ekibi yaptığı işten son derece memnun ve umutlu idi. Nitekim ertesi gün yoğun bakımda uyandırıldığında hayat kaldığı yerden devam edecek gibi idi. Önce beni sormuş, ardından ameliyatı yapan Ahmet hocayı sormuş. Derken aniden fenalaşmış. Büyük ihtimalle cerrahi yara yerlerinde oluşan bir pıhtı beyine attı. İki gün kadar dayanabildi. Bir Cuma günü sabahı 78 yaşında hayata veda etti;

Planlarımızda bu yoktu. Dedim ya daha yaşlı bakım evi ve yüksekokul kuracaktık. Bunun için gerekli olan vakıf senedi değişikliğini yapmıştık. Emin olun, bunları başarsaydık, bu defa da başka bir proje ile gündem oluştururdu. Günün 24 saatini ne yapabilirim, ne yapılabilir diye düşünerek geçirdiğini biliyorum. Ee tabii bu kadar düşününce konuşmadan ve paylaşmadan olmaz. Aklında ne varsa dilinde idi; pek ortam, kişi tanımazdı. Onun bu rahatlığı hemen herkes tarafında kabul görür hatta aranırdı. Aklındaki dilinde olan bir kişinin kabul görmesi hakikaten her insana nasip olmaz. Demem o ki olduğu gibi sevilen sayılan bir kişilikti. Nevi şahsına münhasır hali ile birçok kişinin gönlünde ve aklında yeri doldurulamaz bir boşluk bıraktı;

Bodrumda yapmış olduğu bir yatırım nedeniyle dara düştü. O yıllarda bile kapısına geleni boş çevirmedi. Neden böyle yaptığını sorduğumda hoca dedi, “bu şehirde yaşamanın ve kapısı çalınan kişi olmanın bir bedeli var. Bu bedel olsa da olmasa da ödenecek .” Anlayacağınız vermeyi severdi. Köyümüzün okulunu ve türbesini tamir ettirmişti.

Anasız babasız öksüz ve yetim başlayan bir hayat; abisinin yanında dişçi yamağı; PTT memurluğu; Almanya’da işçi olarak başlayan, tekstil imalatı ve ardından çay imalatı ile devam eden ticari hayattan sonra, Çamlık’ta yaptığı eve kesin dönüş yaptığında artık komşumuzdu. Memlekete faydam olur diye denediği kavun ve üzüm ihracı denemelerinden sonra inşaatçılıkta karar kıldı. Ha bir de Karahayıt’a devasa bir termal tedavi merkezi kuracaktık, yurt dışı hastalarına hitap eden. Birlikte kurucusu olduğumuz PASVAK’ın mayasında da bu proje vardır. Bunca işten geriye PASVAK’taki hayırseverliği kalacaktır. İnşallah PASVAK sayesinde amel defteri hep açık kalacaktır. Bakalım PASVAK yönetim kurulu onun hayallerine bir vasiyet gibi bakacak mı?

Çoğu kişi bilmez ama çok kitap okurdu, her ziyaretimde masasında, sehpasında içinden ayıraç sarkan bir kitap mutlaka olurdu. Günlük gazete okumayı ihmal etmezdi. Siyaset ile ilgilendirdi ama hiç makam mevki hırsları olmadı. Denizli Büyükşehir Belediye Meclisinin ilk seçiminde davetle üye oldu, kendi isteği ile tekrar aday olmadı. İlk meclis üyelerinin aralarındaki samimiyet ve ilişki bambaşkadır, yılda bir toplanırlardı. Artık bu toplantıların sönük geçeceğini söyleyebiliriz…

İnsanlardan geriye bir eserleri bir de nesli kalır. İki güzel evlat yetiştirdi, Cem ve Cengizhan onun izini sürdüreceklerdir.

Bir çınarın gölgesine oturduğunuzda, o çınardan bir menfaatiniz olmaz, çınarın da sizden olmaz ya, hah işte öyle; gölgesinde birçok kişinin serinlediği bir çınar gibi idi. Sadece benim değil birçok kişinin tam manasıyla abisi gibiydi. Zor olacak yokluğuna alışmak. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun, geride kalanlara sabır versin…