31 Mart 2010 Çarşamba akşamı tiyatrodaydık. “ Marks'ın Dönüşü “ adlı oyunun gösterimi vardı. Geçen yılda Dostlar Tiyatrosu’nun Sivas Kıyımı’nı anlatan bir oyununu izlemiştik. Eğitim-Sen ve Hacı Bektaşî Veli Derneği’nin işbirliği ile getirilmiş. Bu tür sanatsal etkinliklerin, demokratik kültürün gelişimindeki ve yaygınlaşmasındaki işlevi yadsınamaz. İnsanın kendini tanımasında ve anlamasında sanatsal etkinlikler son derece önemlidir.

Kapitalist gelişmenin vardığı yer bunalımların kaçınılmazlığını gösteriyor. Gerek Amerikan kapitalizmi, gerekse diğer kapitalist ülkeler bunalımlarla yüz yüze. Kaçınılmaz olarak kapitalizm bunalım üretiyor; biraz da kapitalizm bunalımlardan besleniyor. Dünyayı ve toplumu biraz yakından izleyenler kapitalizmin temel çelişkilerini kolayca görebilir. Bir yanda çalışanlar, bir yanda çalıştıranlar olmak üzere iki temel sınıf vardır. İnsanlar bu temel sınıflardan birine bağlıdır. Çalışanlar, baskı altında olanlar bu sömürü ve baskının ayırdına varıyorlar. Bu çelişkilerden yola çıkarak örgütlenmelerini de yaratıyorlar. Bu örgütlenmeler iki yüzyıl önceden başlamıştı. İşçi sınıfı bu örgütlenmenin başını çekiyordu.

Kapitalizmin tahlilini yapan Karl Marks’ın hangi koşullarda mücadele yürüttüğü, dev eseri Kapital’i nasıl yazdığı tiyatro diliyle başarılı bir şekilde verilmiş. Oyunu izlerken Marks'ı, aile çevresini, arkadaşlarını gözlerinizin önüne getirebiliyorsunuz. Bu eseri yazabilmek için Marks, ömrünün on beş yılını vermiştir. Oyunun anlatımında Britanya Müzesi kütüphanesindeki yorucu çalışmalarını, ailenin geçim sıkıntısını, gıdasızlık ve iyi beslenememe gibi durumları görüyoruz. Marks, rahat bir ortamda yazmıyor eserini. Bu olumsuz koşullarda çalışmalarını sürdürürken, bu dirence olan hayranlığınız bir kat daha artıyor.

Marks'ın ev işlerine bakan kadının bu aileye bağlılığını da görüyorsunuz. Marks'ın çocuklarına, kendi çocukları gibi bakıyor bu kadın. Ev işlerine bakan bu kadın yüzünden ( Helene Demuth ) karısı Jeeny'nin kıskançlığı da hissedilmiyor değil. Neyse bunlar insanlık hâlleri, her insanda bulunabilir. Helene Demuth, Marks ailesine candan bağlıdır. Ev işlerini çok iyi çekip çevirir, beceriklidir; çocukları ve aileyi iyi yönetir. Ailenin yaşadığı ekonomik sıkıntılara Engels yetişir, yardımlarını esirgemez. Oyun sırasında Marks da bunun özellikle altını çizer. Marks Kapital'i son derece olumsuz koşullarda yazar. Yoksulluk ve iyi beslenememe nedeniyle oğulları açlıktan ölür. Eserin temize çekilmesi sırasında Jeeny geceli gündüzlü çalışır. Marks'ın deyimiyle aynı zamanda onun acımasız bir eleştirmenidir. Marks'ı eserlerinde daha yalın ve anlaşılır olmaya davet eder.

Yüz yıldan fazla bir zamandır Marks kapitalizmin sömürüye dayanan bir düzen olduğunu anlatır. Kapitalistler işçiye verdiklerinden daha fazlasını el koyarlar. İşçi hak ettiğinin bir kısmını alır, gerisi kapitalistin cebine gider. Artı değer kuramını geliştirir, üretimin toplumsal olmasına karşın, bölümünün bireysel olduğunu vurgular. Bu çelişki işçinin yarattığı ürüne yabancılaşmasını sağlar. Kapitalizmde her şey meta ( mal ) olarak görünür. Her şey alınır, satılır. Görünüşte işçi işgücünü satmakta özgürdür. Bir başka yönden bakacak olursak çalışmadan, işgücünü satmadan yaşayamaz. O zaman bu özgürlük sözde kalıyor. Milyonlarca insan işsiz, aç, sefil olarak sokaklarda dolaşıyor. En pis işleri karın tokluğuna yapıyor hatta ekonomik sıkıntılardan kaynaklanan cinnet olaylarını toplum olarak yaşıyoruz ve izliyoruz. Kapitalizm insanı özgürleştirmiyor, yok ediyor, öldürüyor, sonunda ahlaksal çürümeye kadar götürüyor.

Kapitalizm sorunlarını çözemediğinde savaşlar çıkarıyor, vuruyor, öldürüyor. Irak ve Afganistan savaşları bunun canlı örneğidir. Geri kalmış ülkelerin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini talan etmek için dünyayı ateşe veriyor. Başka ülkelerdeki işbirlikçilerini de buna ortak ediyor. ABD'de nüfusun %1’i ulusal gelirin %45’ine el koyuyor. Diğer kapitalist ülkelerde de üç aşağı beş yukarı buna benzer sonuçlar görebiliriz. Kapitalizmde insanlar nasıl çok kazanabilecekleri, ürettikleri malları nasıl satabilecekleri telâşı içindedirler. Bu uğraş çok acımasız bir mücadelenin görünen sonuçları.

Dünyada iki milyar insan günde iki doların altında bir gelirle yaşıyor. Gelir dağılımında büyük bir uçurum yaşanıyor. Kapitalistlerin ürettikleri mallar dağ gibi yığıldı, gelirler azaldı, tüketim de azaldı. Fazla üretim kapitalizmin bunalımını tetikledi. Kapitalizmin dünyanın hiçbir sorununu çözemediği, çözümsüzlüğünü gittikçe artırdığı görülüyor. Kapitalistler insanların ihtiyaçları için üretim yapmıyor, daha çok kâr için üretim yapıyorlar. İşçiler işsiz kalıyor, esnaf, küçük üretici, tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlayanlar giderek yok oluyor. Ekonomik büyümeden bahsediyorlardı, şimdi ondan da bahsedemiyorlar. Borsa oyunlarıyla kazanılan paralar, insanların büyük çoğunluğunu mutlu etmiyor. Hep bireysel başarılardan, bireysel gelişimden bahsediyorlar; aslında gelişen, büyüyen küçük bir azınlıktan başkası değil. Kârları azalan kapitalistler devletten kurtarılmayı bekliyor. ABD'nin birçok sanayi kuruluşu devlet desteğiyle rahatlatılmaya çalışılıyor. Kapitalistler kendilerini çöküşten kurtarmak için kamusal destek istiyorlar.

Dünyadaki bu karmaşa ortamında, tarihin sonunun geldiğini söyleyenler seslerini kısmaya başladı. Tarihin sonu gelmedi; işçi sınıfı ve geniş emekçi katmanlar mücadelelerini sürdürüyor. Daha iyi, daha güzel, başka bir âlemin aranışı içindeler. Dünyanın birçok ülkesinde sosyalistler mücadelenin yönünü gösterdiler, örgütlenmenin gereğini anlatıyorlar. Örgütsüz yığınların hiçbir şey yapamayacağı deneyimlerle ortaya çıkıyor. Marks belki fizik olarak aramızdan ayrıldı, düşünceleriyle değil. Artık dünyayı, toplumu anlamak, açıklamak, kavramak Marks'ın düşünceleri bilinmeden mümkün değil.

Dünya toplumlarının sorunları olduğu gibi durduğuna, sorunlar çoğaldığına ve emeğin kazanımları gittikçe gerilerken mücadeleden ayrı düşmek olmaz. Emekçi sınıfların kurtuluşu için mücadele eden Marks ve Engels günümüzde de emekçilerin öğretmeni olmaya devam ediyor. Emekçi sınıflar var olduğu, sömürü ve soygun olduğu sürece Marks hep aramızda olmaya devam edecektir; yeter ki bilimsel yol ve yöntemlerden ayrılmayalım

Sovyetler Birliği'nin çözülüşünden ürküye kapılanlar olmadı değil, oldu. Emekçi sınıfın şanlı yürüyüşünde Paris Komünü ile beraber Sovyetler çok önemli yeni bir yaşam kurma deneyimleridir. Sosyalizmin Sovyet deneyiminin yıkılması, sosyalizmin öldüğü anlamına gelmez. Bu insanlık yürüyüşünde elde edilen kazanımlar hiç de küçümsenecek türden değil. İnsanlık bir kez bunları yaşadıktan sonra, daha iyisini yeniden gerçekleştirecek yeteneğe sahip olduğunu gösterecektir. Emekçi insanlar daha sıkı, daha inatçı bir örgütlenme ile başarılarını artıracaktır. Her gecenin ardından nasıl gündüz geliyorsa, insanlık mutlaka önüne koyduğu sorunların üstesinden gelecektir. Yeter ki eski yanılgıları insanlar devam ettirmesin.

Marks'ın Dönüşü adlı tek kişilik oyunu gerçekleştiren Genco Erkal izleyicilerin büyük beğenisini kazandı. Saç biçimiyle, kostümleriyle Marks'a çok benzemişti. İzleyiciler, Marks’ı karşılarında görünce şaşkınlıklarını gizleyemedi. Genco Erkal yüksek oyunculuk yeteneğiyle izleyicileri büyüledi. Oyunda Marks'ın çıkardığı gazeteler gösterildi, çalıştığı Britanya Müzesi kitaplığı karşımızdaydı. Marks'ın dönemindeki işçi mücadelelerinden görüntüler de ilgiyi artırdı. İnatçı bir mücadele, bilimsel bir çalışma, günümüzde eksik olan kitlelerle yığın bağı kurulursa, yeni bir heyecan dalgası oluşacaktır.

Oyun dünya, Türkiye bağlamında ele alınıp güncellenerek verildi, sıradan bir işçinin anlayabileceği yalınlıktaydı. Evet, Marks Denizli'ye geldi derken içimize büyük bir heyecan dalgası yayılıyor. Oyun bittiğinde Genco Erkal dakikalarca ayakta alkışlandı. Bu da izleyicinin beğenisinin ne denli gelişkin olduğunun bir göstergesidir. Anlatılan Marks'ın biyografisi, mücadelesi, sürgün yıllarıydı. Kısaca söyleyecek olursak, “ anlatılan senin hikâyendir. “ Sanırım Denizli’nin aydınlık düşünceli insanları böyle bir oyunla ve böyle bir anlatımla ilk defa karşılaşıyor.

2/4/2010

Mehmet PEKDÜZ