Fırat Dicle KBB Derneği tarafından Diyarbakır’da tertiplenen üç günlük toplantı için uçaktan indiğimiz andan itibaren inanılmaz bir misafirperverlik örneği ile karşı karşıya kaldık. Bu izlenim ve gözlem sadece benim için geçerli değil, toplantıya Türkiye’nin dört bi tarafından gelen hekim arkadaşların ortak kanaati. Bunu toplantı sonrası geri bildirimlerden rahatlıkla anlayabiliyoruz. Memleketin batısına, modernizasyonun bir neticesi olan profesyonel ilişkiler nasıl yerleşmiş ise, memleketin doğusunda moderniteye az uzak kalmanın koruduğu hasletler hemen dikkati çekiyor. Toplantının açılış seremonisinde Türk KBB BBC Derneği Başkanı olarak kısa bir konuşma yaptım ve şöyle dedim;
Bu toplantının 37. sinin yapılıyor olması başlı başına bir başarıdır ve takdiri hak etmektedir. Bu toplantı vesilesi ile Dicle Üniversitesi’ne geldik. Dicle Üniversitesi KBB Anabilimdalı Başkanı ve aynı zamanda başhekim olan Prof Dr Mehmet Akdağ tarafından hazırlatılan tanıtım videosunu izledik ve bilgilendik. Toplantının bir üniversitenin salonlarında ve üniversite personeli tarafından, üniversitenin imkanları ile yapılıyor olması ayrı bir güzellik. 30 yıl önce tüm Türkiye’de geçerli olan bu yöntemin şimdilerde kurumlardan uzaklaşıp otellerde yapılması bir vazgeçilmezlik halini almışken, neredeyse nostalji yaşatan bu uygulama çok hoşumuza gitti.
Bu vesile ile öğrendik ki Dicle Üniversitesi 1973 yılında 40 bin dönümlük bir kampüs arazisi üzerine kurulmuştur. Mensubu olduğum Pamukkale üniversitesinin bin dönümlük bir kampüse kurulduğunu ifade edersem ne demek istediğim anlaşılır sanırım. Anlayacağınız bir zamanlar üniversite kurmanın bir ağırlığı varmış.
Toplantı sunumlarının üçüncü günü yöredeki akademisyenlere ayrılmıştı. Akademik hayatın başlangıcında iseniz, seçkin ve yetkin bir topluluk önünde sunum yapmak kolay değildir. Üstünüzde akademisyen olmanın dayanılmaz ağırlığı vardır. Heyecanlı bir şekilde hazırlanırsınız. Ürkek bir şekilde mikrofona gelirsiniz. Bu heyecan ile o kadar güzel hazırlanmışınızdır ki, ilk cümlenizden itibaren kelimeler ağzınızdan koşarak dökülür. Sunumun sonunda hocanızın ve mesai arkadaşlarınızın yanı sıra diğer dinleyicilerden de takdir alınca artık olmuştur bu iş. Bundan sonraki toplantılarda özgüven içinde hazır olursunuz. Birkaç sunum sonrasında da kelimeler ağzınızdan dans ederek dökülmeye başlar. Anlayacağınız yöresel toplantılar akademisyenlerin yetişmesi için çok güzel fırsatlar sunmaktadır. Türk KBB Derneği olarak, yöresel dernekleri ve toplantıları destekliyor olmaktan son derece memnunuz.
Toplantı sonrası Diyarbakır’ın meşhur Suriçi mahallesini ve tarihi eserleri gezdik. Daha önceki gelişlerimden görmeye alışık olduğumuz gecekondular hendek kalkışması sonrası yıkılmış, yerlerine yörenin desenine uygun evler, parkları ve sosyal tesisler yapıldığını gördük. Diyarbakır’ın dar sokaklı taş evlerden oluşan mahalleleri ise olduğu gibi duruyor. Orta okul seviyesindeki öğrencilerin çalışmalarından oluşan bilim sergisi yörenin gündem bakımından nereden nereye geldiğini gösteri gibi idi.
Daha sonra Diyarbakır’dan yola çıkıp Malabadi köprüsünü, Bitlis’i, Ahlat Selçuklu mezarlarını, Muradiye şelalesini, Doğu Beyazıt İshak Paşa sarayını gezerek, Van 100. Yıl üniversitesi misafirhanesinde geceledik. Türlü çeşit yediklerimiz bize kaldı, beş günde üç kilo aldım. Ertesi gün Akdamar Adası gezisi sonrası meşhur Van kahvaltısını yaptık.
Gezimizin başından itibaren sempatik ilişkiler kolaylaştırıcı olmak bakımından çok iş gördü. Akdamar adasına ilk sefer 08 30 da başlıyor iken, uçuşa yetişecek arkadaşlarımız için tekne 07 30 da kalktı. Pazartesi günleri müzelerin kapalı olduğunu bilirsiniz. Müze bizim için iki saatliğine hem de rehberli olarak açıldı.
Van Müze’si görsel ve etkinlik açısından değerlendirildiğinde, yarısının Urartı medeniyetine, kalan yarısının da Urartı sonrası medeniyetlere ait olduğunu söylemeliyim. Urartu coğrafyası kabaca, Van merkez olmak üzere İskenderun körfezi-Ağrı dağı-Urumiye gölü’nü birleştiren üçgenden oluşmakta. Van’da oluşan ilk medeniyet diyebileceğimiz bu imparatorluğa kimi çağdaş milletler sahip çıkıyor ya, bu vesile ile bu iddiaların mesnetsiz olduğunu öğrenmiş oldum. Urartuca yörede halihazırda konuşulan Ermenice, Kürtçe, Türkçe, Farsça ve Arapça dahil olmak üzere hiçbir dil ailesine ait değil. Yeni çalışmalara Çeçen diline doğru gidiyormuş.
Öyle inanırım ki, müzesi gezilmeden bir şehrin gezisi eksik kalır. Yöredeki gezimiz esnasında bölük pörçük kafamıza yerleşen bilgi ve eserler, müzedeki didaktik ve kronolojik yerleştirmeler ve bilgilendirmeler ile beynimizde yerli yerine oturdu. Denizli’nin bir müzesi olmaması ne kadar acı. Muhakkak çok müzeler görmüşlerdir ama ben yine de Denizli’nin yöneticilerine Van müzesini görmelerini tavsiye ederim.
Diyarbakır ve Van’dan çok güzel anılar ve duygular ile ayrıldık. Diyarbakır Derneği ve Sempozyum Başkanı Prof İsmail Topçu olmak üzere tüm ekibe teşekkür ederiz.