Ünlü Piyanistimiz Fazıl Say tarafından Ayşen Mutlu’nun şiirine bestelenen, İzmir belediyesi tarafından desteklenen, Cumhuriyetimizin 100. Yılı marşını internet ortamında gördüm, dinledim. Kendi adıma, emeğe saygı adına, bu eseri ve çabayı kutluyorum. Ama biliyorum ki kimileri bu marşı yerden yere vuracaklar. Üstünden geçen kısa zaman diliminde yanılmadığımı bazı yıkıcı eleştiriler ile gördüm. Peki ne hakla? Yenisini, iyisini yapmıyorsan, yapamıyorsan yıkıcı eleştiri hakkını nerden alıyorsun diye düşünmeden edemiyorum.
Sanata dayalı üretimler tabii ki eleştirilebilir. Sanat eleştirmenliği diye bir kavram var. Bir sanat eleştirisinin bilgi ve görgü ile donanmış bir nezaketi olmalı diye düşünürüm. Eleştirilere bakıyorum da ne söylersem eser sahibini insan içine çıkamayacak hale getiririm gibi bir anlayış var. İşte o zaman ben de diyorum ki siz yapın, iyisi güzeli nasıl oluyor görelim. Yaparsın bir güfte ve beste bakarız halk hangisine değer verecek. Bu görüşüm ve eleştirim, tarihsel gözleme dayalıdır ve toplumun tüm kesimleri ile hepimizedir. Demem o ki;
Cumhuriyetimizin ne 50. ne de 75. Yılında, 10. Yıl marşını aşan bir güfte, beste ve coşkuya erişemedik. Bu durumu, toplumumuzda oluşan fay hatlarına ve asgari müştereklerimiz konusundaki anlaşmazlığımıza bağlamışımdır. Ne demek istiyorum, bizzat tecrübe ettiğim yakın tarihten devam edelim;
1990’lı yıllarda toplumun önemli bir kısmını ötekileştiren, 28 Şubat süreci diye anılan travmatik bir dönem yaşadık. Bu dönemin sembollerinden biri de 10. Yıl marşı idi. Deyim yerinde ise ötekileştirmenin dayanılmaz cazibesi yaşanıyor ve bu cazibenin coşkusu 10. Yıl marşında somutlaşıyordu. O dönemde iktidara hakim olan jakoben cumhuriyetçi anlayışa şöyle bir eleştirim vardı;
Cumhuriyet kurulmuş iyi güzel. Sonra üstüne ne konulmuş. Türkiye cumhuriyeti olarak tüm insanımızı kapsayan bir değerler manzumesi oluşturabildik mi? Oluşturamadığımızı dilimiz söylüyor. Bir milletin, kurduğu cumhuriyetin yüzüncü yılına, 10. Yıl marşını aşan bir iddia ve söylem ile yürümesi gerekmez mi? Aklımda kaldığı kadarı ile 75. Yıl marşı, cumhuriyetin ilelebet yaşayacağını tekrarlayıp duran bir marş idi. Bi, “Demir ağlarla ördük yurdu dört baştan” diyen 10. Yıl marşındaki öz güvene bakın, bi de cumhuriyet yıkılmayacak diyen 75. Yıl marşındaki vehime.
Hasılı bazılarımızın vehimleri, bazılarımızın cumhuriyeti yeniden tarif cabaları toplumda fay hatları oluşturdu. Ama zamanla anlaşıldı ki, Atatürk ortak bir değerdir, en büyük eseri cumhuriyettir. Bize bıraktığı mirasa sahip çıkabildiğimiz kadarı ile hem millet, hem de birey olarak var olacağız.
Seçim atmosferini ve siyasetin gündemini istisna tutarsak cumhuriyetimizin 100. yılına geçmiş yıllara oranla asgari müştereklerimizin arttığı bir anlayış ile girdiğimizi düşünüyorum. Marjinal fikirler bir tarafa, toplumun ekseriyeti Cumhuriyet ve kazanımları, Atatürk, Müslümanlık, insan hakları, demokrasi, hukuk, laiklik konularında hemfikir ve farklı anlayışlara toleranslı. Buradan her kesimin sahiplendiği bir marş ile çıkabiliriz diye düşünüyorum.
Yıkıcı eleştirilere değil, gayrete ihtiyacımız var. Şuraya Serra Menekay'ın kaleme aldığı, Aysim Dolgun Yıldız’ın bestelediği güzel bir örnek bırakalım;