Cam Tavanlarını Kır!

Afrika’da her sabah bir ceylan uyanır.

En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini, yoksa yok olacağını bilir.

Afrika’da her sabah bir aslan uyanır, en yavaş ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini;

yoksa açlıktan öleceğini bilir.

Aslan ya da ceylan olmanızın önemi yok,

yeter ki her sabah kalktığınızda koşmanız gerektiğini bilin.

Mümin Sekman - Herşey Seninle Başlar kitabından alıntı…

….

Cam tavan sendromu, öğrenilmiş çaresizlik ve psikolojik ataletten bahsediyor en çok, yazar bu kitapta.

Bizim potansiyelimizi gerçekleştirmemizden alıkoyan zihinsel sabotajcılarımızı tanımlıyor.

Öğrenilmiş çaresizlik ile denemeye gerek duymadan pes etmeyi öğreniyor, cam tavan sendromunda ise potansiyellerimizi sınırlı bırakıyor, psikolojik atalet ile eyleme geçemiyoruz.

Bütün engelleri yaratan yine beynimiz.

Beyin enerji harcamayı, düşünmeyi pek sevmiyor.

Bitki beyin, hayvan beyin ve insan beyin olarak adlandırılan 3 aşamalı beynimizin en çok enerji kaynağını tüketen kısmı düşünme, karar verme, koordinasyon, geleceğe dair plan yapan, analiz eden insan beyin kısmı oluyor…

….

Beynime uzun zamandır güvenmiyorum. Aslında farkındalığım geliştikçe ve aldığım eğitimlerle, okuduğum kitaplarla beynimizin çalışma sistemini oldukça büyüleyici bir o kadar da güvenilmez buluyorum. Aldığımız kararlar o anki ruh durumumuzu sağlayan hormonların etkisindeyken, nasıl sağlıklı düşünebiliriz ki?

Ya da yapılan deneylerle zaten beynimizin seçim ve karar aşamasında bizden 6 saniye önce seçim yaptığımız seçeneğe dair bölgedeki sinirlerin yanmasını tespit eden bilim adamlarını dinledikten sonra; gerçekten kararı kendimizin verdiğine nasıl inanabiliriz ki?

Belki de aşk aklımızı başımızdan aldığından 18 ay sonra farkediyoruzdur bu saçmalama halimizi. Ne de olsa serotonin seviyemiz normal seviyeye o kadar sürede gelebiliyor.

Bir de yediklerimiz içtiklerimiz var tabi, Omega 3 gibi beyin gelişimini destekleyen yağlar olmazsa olmazlarımız, sonuçta benzini olmayan araba ne kadar düzgün gidebilir ki?

….

Dr. Ayşegül Çoruhlu geçenlerde Denizli’ye geldi. İlk slaytında iki tane fareden bahsetti. Biri yaşlı diğeri ise genç. Bu iki farenin kanlarını değiştirdiklerinde genç olan yaşlanmaya, yaşlı olanın gençleşmeye başladığı gözlemlenmiş…

Bunun üzerine ülkemizde ve bir çok yerde yasak olan göbek kordonundan elde edilen kök hücre (vücudumuzdaki en genç hücre) transferi için Tayland’a cebi dolu olan vatandaşlar gitmeye başlamışlar.

Burada önerdiği şey 10-15 yıl yaşlanmamızı geciktirmeye çalışırsak, bizlerin de bu hizmetten yararlanmaya başlayacağımız oldu.

Belki marketlerde bu haplar satılacak ya da özel kliniklerde NAD VE GLUTATYON gibi KÖK HÜCRE transferine başlayacağız.

Bizler bu merkezlerin önünde önümüzdeki 15-20 yıl içerisinde; uzun kuyruklar oluştururken, yaşlanmama, genç kalma, performansımızı yüksek tutma, enerjimizi koruma ve hepsinden önemlisi sağlıklı kalma yönünde gelişirken elbette bizi genç kılacak olan beynimize de oldukça iş düşüyor.

Belki VAGUS sinirimizi harekete geçirecek olan egzersizlere yönelecek, belki de atalarımız gibi karanlıkta yemeyecek, SİRKADYEN diyete sadık kalacak, gün ışığıyla uyanacak, IKIGAI kitabındaki uzun yaşamın sırrının çözen Japon köyünün yerlileri gibi uyanır uyanmaz kendimizi toprakla çalışmaya atacağız.

Bazen de beynimizin bir oyunu olan algıları yenileyecek, yaş alan bilge insanlar en değerli bilgilerle bizleri aydınlatırken hepimiz yaş almayı dileyeceğiz!

Genç görünüp yaşlı bilgeliğinde olmayı kim istemez ki!

….

Sonuç olarak formül basit olsa da uygulaması ve alışkanlıklarımızı düzenlemesi oldukça zor, katılıyorum.

İşe beynimizden başlamak en iyisi bu durumda…

Cam tavanlarımızı kıralım, ataletten kurtulalım ve öğrendiklerimizi bir bir unutalım…